Sibel K. Türker’in son romanı ‘Cennette Gibiyim’, geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kadın cinayetlerinin kurbanlarına ithaf edilen kitap, Temenni (Gülnaz) adlı bir karakter üzerinden Türkiye’deki kadınların yaşadıkları zorlukları çok yönlü bir şekilde işliyor.
“Keşke çocukken ölseydim.”
Bu cümleyle başlıyor kitap ve sadece bu cümle bile romanı özetlemeye yetiyor. Okumaya devam ettikçe bu ölüm istencinin sebeplerini de bir bir görmeye başlıyoruz ve karşımıza sadece belli bir dönem değil, çocukluktan gelip olgun bir kadın olan Temenni’nin hayatındaki önemli safhalar çıkıyor.
BİR KÖTÜLÜK SARMALI
Kitabı kabaca özetleyelim:
Temenni’nin babası annesini öldürüyor. Temenni teyzesine, küçük kardeşi Ufkun da babaannesine gidiyor. Ufkun ablasına düşman. Zira Temenni polisi arayıp babasının aleyhine tanıklık yapıyor. Ancak teyze evi de en az babaevi kadar kötü. Eniştesi zorba herifin teki. Oğlu da öğle. Evde Temenni’ye arka çıkan tek kişi teyze kızı. O da okuyan eden, sorgulayan biri. Bu yüzden evde kimse ondan hazzetmiyor.
Temenni işe giriyor, evde öteleniyor, kardeşini özlüyor, annesini özlüyor, babasından ve bütün erkeklerden korkuyor ve bir çıkış arıyor. Daha sonra kendinden büyük bir adamla hasbelkader evleniyor ama bu da ona hayır getirmiyor. İlerleyen sayfalarda Temenni, dünyada bir başına kaldığını ve kurtuluşu, hayatını güzelleştirecek tek kişinin de kendini olduğunun farkına varıyor.
HEM İRONİ HEM TEMENNİ
Bu noktadan bakınca ‘Cennette Gibiyim’ ismi hem bir ironi hem de karakterin adı gibi bir temenni barındırıyor gibi görünüyor. İronik kısmı, malumunuz, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin vardığı durum. Gün aşırı çıkan haberler bir yana, işin bir de bilmediğimiz, duymadığımız kısmı var. Temenni kısmı da başkarakter olan Temenni’nin roman boyu süren yaşama çabası.
Romanın buradaki dengesini sevdim: Temenni kılıcını kuşanıp sloganlar atan plastik bir karakter değil. Hayatı yeni yeni tanıyan, çokça korkan ve korkularının üzerine gitmekten başka bir yolu olmadığı bilen, buna rağmen sürekli karamsarlığına batıp çıkan, tökezleyen, düşen, kalkan, umut eden, hayal kırıklığına uğrayan biri. Romanın başında, “Keşke çocukken ölseydim,” dediğinde bunu anlık bir melankoliyle yahut şımarık bir varoluşçulukla söylemiyor. Yaşadıkları oldukça katı. Karakter yapısı da öyle. Bu yüzden daha gerçek.
KARAKTER TEMSİLLERİ
Kitaptaki erkeklerin, özellikle de kenar mahalleli, geleneksel erkeklerin hemen hepsi kötü karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Temenni’nin babası eşini öldürüyor. Enişte evdekilere zulmediyor. Teyze oğlu içeri düşüyor, Ufkum, babasının akrabaları tarafından ablasına karşı dolduruluyor, Temenni’nin kocası monoton, ruhsuz, annesinin hâkimiyeti altında vs… Temenni’nin işyerinde aşık olduğu Levent hariç.
Erkeklerin bu temsili, romandaki kadınları ve kadınların yaşadıklarını da belirginleştiriyor ancak bu sorunların altını çizen tek şey erkekler değil. Belli bir yaşın üzerindeki kadınlar da burada birikiyorlar. Örneğin babaanne torununu ölü anneye ve Temenni’ye karşı kışkırtıyor, Temenni’nin kayınvalidesi bencil ve çıkarcı yanlarıyla Temenni’yi baskılıyor, teyze de evin dengesini gözetirken ister istemez güçten yana tavır alıyor. Hal böyle olunca Sibel K. Türker’in eleştirisinin esas doğrulttuğu yerin geleneksel kültür ve toplumsal roller olduğunu düşünmeye başlıyoruz.
GEÇMİŞ VE ŞİMDİKİ ZAMAN
‘Cennette Gibiyim’, romanın anlatıcısı Temenni’nin uzunca bir monoloğuyla başlıyor. Olaylar sonradan yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve biz de geçmişle şimdiki zaman arasında sık sık yolculuk etmeye başlıyoruz. Belki de bu yüzden Sibel K. Türker’in kurgusu, dili büyük büyük olaylardan, heyecanlı koşuşturmacalardan ziyade iç döküme, sakinliğe, sakinlikteki dehşete, çığlığa ve hakarete geçme gücüne sahip.
Yazarlık hayatına 2000’li yılların başında başlayan, pek çok kitaba imza atan, pek çok ödüle layık görülen Sibel K. Türker’in ‘Cennette Gibiyim’ adlı bu son romanı, diğerleri gibi akıllarda yer edecek gibi görünüyor.